Suyuna* / Into the water
8.12.2021

33° 51’ 41.0”K 35°32’41.3”D (NEHİR / TOPRAK)
Her ne müdahale yapılırsa yapılsın bir nehrin geçmiş ve geleceğinin ipuçları, çevresindeki topografik ve mimari yapılarda gizli midir? Dağlardan doğup denize dökülen Beyrut nehrinin, her şehirde olduğu gibi, içine beton dökülerek çevresine adapte edilişi, şehrin içindeyken göze batmıyor. Şehir büyüdükçe bu betonlaşma nehrin doğduğu yönde ilerliyor. Suyun akışının tersine bir hareket. Akıntının tersine yüzen balıkları düşünüyorum.
“Dereye eşlik edip kıyılar boyunca doğru yönde, suyun aktığı yönde; yaşamı başka yerlere, komşu köye sürükleyen suyun akış yönünde yürümekten zevk aldığını söyleyen” Bachelard’ın aksine nehirde betonun bittiği yeri görmek için akışının tersine doğru yola çıkıyorum. Fabrikaların konumlandığı, etrafında beton yapılaşmanın da yayıldığı bir bölgeye varıyorum. Bir cam fabrikasının içinden geçerek ulaştığım beton ve doğanın kesişme noktası gözlerimin önünde yatıyor. Zıt yönlerde ilerleyen insan yapımı duvara ve doğal olana bakıyorum. Beton bir yana, su diğer yana.
Denize doğru yatay akan bir nehri saran beton duvar, onu doğallık ile yapaylıkla dikine kesen bir görünmez çizgiyi işaret ediyor gibi. Görüntüsünün aksine kalıcı olmayan bu kesişim noktası, bize tamamlanmamışlık hissi veriyor. Zamanın tüm boyutları ile açıldığı bir yırtık duruyor sanki karşımda. Gelecekte betonlaşmanın kaynağa doğru ilerleyeceğini, bu beton duvarın da şehirden üzeri kapanarak kaynağa doğru ilerleyeceğini düşündürüyor ki Burjhmoud’da nehrin üzerine yerleştirilmiş solar paneller de bunun ipuçlarını veriyor.
İnsanların doğadan esinlenerek teknolojiyi geliştirmesini ve aynı zamanda doğal kaynakları doğayı yok etmek için kullanışını düşünüyorum. Bu ikisinin arasında görünür bir çizgi yok, ikisi birbirini besliyor. Buradan bir çizgi çizsek buna örnek teşkil edebilir ama bu kırmızı çizgi, doğayla insan arasındaki ilişkinin bir temsili. O kırmızı çizgiye bir başlangıç noktası gibi bakıyorum. Koordinatları 33° 51’ 41.0”K 35°32’41.3”D. Bunu aklımızda tutalım.

AKIŞTA KAL (AĞ / SANALLIK)
Hastane odasında enfeksiyon tedavisi görürken Corona şüphesi ile bir odada izole edildim. Kapıdan dışarı çıkamıyorum. İnsanın insanla kaynaşmadığı pandemi sürecinde, sanal olarak kaynaşmanın dibine vuruyorum. Uzandığım yatağımda telefonum bana yarenlik ediyor. Telefonumu kollarımı 90 derece bükerek, yüzüme bir karış mesafede tutup izlediğim instagram feedinde akıntıntıya kapılıyorum. Zaman geçiyor, kan dolaşımım yavaşlıyor ama kollarım uyuşmadan kendimi o akıntıdan çıkaramıyorum. Çıktığımda da zihnimde o saatler boyunca ne izlediğime dair hiçbir şey kalmamış, daha önce izlediğim içerikleri tekrar gördüğümü bile hatırlamıyorum. Sosyal medya akıntılarında hafızayı silen, seni hayattan soyutlayan birşey var. Ama aynı zamanda Steven Madoff, Network World’u anlatırken yatay bir akıştan bahsediyor. İnsanın insana bağlandığı gibi network sayesinde sanal olarak birbirimize bağlı olduğumuzdan, disiplinler arasındaki sınırların yatay ve akışkan olmasından bahsetmesi kulağa hoş geliyor. Feedler ise bu ara hep “akışta kal”a varıyor.

DAMAR DAMAR ÜSTÜNE BİNMİŞ (BEDEN / DAMARLAR)
Kolumdan kan alırken damarı deliyorlar; damardan deri altına sızan kan deride önce kızarıyor, ardından morarıp, zamanla yeşile dönerek ve kolda şiddetli ağrı yaparak iyileşiyor. Kolumdaki çürüme hissi büyük şehirlerin atıklarının nehirler yolu ile toprağı zehirlemesini düşündürüyor. Yerküreyi bir beden gibi düşününce toprağa açılan kanallar vücutta açılan yaralar gibi. Tıkanan damarlara takılan beden dışı parçalar da, ömrü uzatacak çözümler de topografyanın yıkıldığının farkındalığını erteleme çalışmaları. Tıkanan damarlara takılan stentler, ömrü uzatan çözümler... sistemin içinde rant için kazılan her çukur devletlerin ömrünü uzatmayı hedefliyor. Ama coğrafi olarak değişen topografya insan eli ile deşildikçe insanlığın ömrü uzamıyor.
Bir arkadaşımın annesi denize bakmaya yeğliyor akan bir nehre bakmayı, durağan değil; nehir zamanla ilişkileniyor, akan zamana bakmak haz veriyor. Peki delice betonlaşan bir şehrin ortasına açılacak bir kanala bakmanın vereceği bir hazdan söz edilebilir mi?
Nehirleri düşündükçe damarlarla ilgili bildiğim her şey kafama akın ediyor. Bacağımız uyuştuğunda ya da kramp girdiğinde “Damar damar üstüne gelmiştir. Geçer” derler bizde. Vücutta damarların yeri sabit olduğundan bu tabir hep o anki sıkıntının geçici olduğunu ima ediyor gibi gelir bana, kirli ile temiz kanın birbirine karışacağı yok ya. Vücutta karışmayan kirli temizin nehirlerde birbirine karışması olağanmış gibi. İyi ya da kötü niyetle olsun atıkları uzaklaştırmanın en eski, en kolay yolu nehirlerin, atıkları denizlere taşıyan organlar olmaktan kurtuluşları yok gibi.
Unutmak istediğini akan suya anlat diyorlar. Bilim insanları suyun hafızası olup olmadığını tartışıyor. Babam göbek bağımı Karasu nehrine atıyor, kaderi nehirle bir olsun, sınırlar aşsın, çok yer görsün, aksın, çoğalsın istiyor kızı. Babası Musa’yı Mısırlıların zulmünden kurtarmak için Nil nehrine bırakıyor. Dersim Katliamı’nda kurşundan tasarruf etmek için nehre atılan bedenleri, Hindistan’da Corona’dan ölen bedenlerin nehirlere atıldığı görüntüleri unutmak olağan, ama nehrin rengi değiştiğinde nedenine dair ortaya atılan teoriler, nehir kırmızı aktıkça unutulmuyor, nehirle hafıza ilişkisi, nehrin geçiciliği, akıcılığı, akışkan bir şeyin güvenilmezliği derken, sınırlar aşabilen ama başlangıcı ve sonu olan bir nehir kurtuluş olabilir mi?
References:
“Water and Dreams, An Essay on the İmagination of Matter Gaston Bachelard.” Paris.
1942
“The Power of the Unseparate: The Explosion of Interdisciplinary Art in a Networked
World” Steven Madoff
“An Exploration of Water in Sound Art” Sonja Roth
https://sonjaroth.ch
Special thanks to Aria Farajnezhad, who reminded me to think about the river again, Nadim Choufi, who made the Beyrut River trip possible, Cansu Çakar and Pınar Umman who gave me courage to write, and Melike Barsbey for translating.